Yıkımda Bir İlk Kitap: Kargo Kültü

“Bizim nesil yazarlarının 1945’ten sonraki çalışmaları ‘Trümmerliteratur’ olarak tanımlandı. Buna bir itirazımız olamazdı, çünkü bu haklı bir tanımlamaydı. Bizim yazdığımız insanlar yıkıntıların içinde yaşıyorlardı. Bu insanlar savaştan çıkmış ve aynı ölçüde zarar görmüş kadınlar, erkekler ve çocuklardı. Bu insanlar keskin gözlüydüler. Görüyorlardı. Hiçbir zaman tam bir barış içinde değillerdi. Çevrelerinde bulundukları yerlerde ve yanlarındaki hiçbir şey iç açıcı değildi. Ve yazar olarak bizler kendimizi onlara yakın hissediyorduk.”[1]

Heinrich Böll

 

Yıkım Edebiyatı (Trümmerliteratur), savaş sonrası Almanya’da kendine oldukça önemli bir yer edinir. Kimi savaş mağdurlarına yakın hisseden birtakım yazarlar kimi bu yıkımdan bizzat etkilenen yazarlarca/ şairlerce yazılmış öykü, roman, şiir ve tiyatro oyunları halkın ahvalini işler ki savaştan yıllar sonra Borchert’in Dışarıda, Kapının Önünde adlı oyunu radyolardan işitildiğinde halk o günleri hatırlar ve bundan rahatsızlık duyarak radyoyu arayıp yayını kestirir.

Yıkım, savaş sonrası deneysel şiirde de kendini gösterir ve günümüze değin önemini korur; çünkü yıkım, binlerce postalın bıraktığı izler gibi süregelir. İnsanlar girdikleri bu savaşta hâlâ kentlerine ve kültürlerine önü alınamaz zararlar verir. Birtakım dalaverelere kanıp kentlerini, önemli yapılarını ve yurttaşlarını durmaksızın tahrip eder, öldürür. Ernest Jones, insanların savaş zamanı iç tehlikelerden ziyade dış tehlikelere duyarlı olduklarını belirterek savaşın kişilerde zihinsel bir denge yarattığını söylese de yıkım her zaman göz önünde durur. Yıkımın içinde olanlar, yıkımı bizzat duyar ve izler.

Kargo Kültü, 160. Kilometre tarafından yayımlanan bir ilk kitap. Kitapta göze gelen yıkım ve masalsılık üzerine değinmeden önce kargo kültü kavramı hakkında şairle yapılan bir röportajda verdiği tanımı buraya olduğu gibi alıyorum:

Kitabıma adını veren kavram, kargo kültü, eşit güce sahip olmayan bu farklı kültürlerin karşılaştığı an meydana gelen travmatik etkiyi tarif ediyor en başta.[2]

Bu yazıda kitaptaki şiirleri göze gelen öğeleri ile incelemeye çalışırken şiirlerdeki biçim ve biçeme dair edindiklerim üzerinde duracağım. Fatma Nur Türk, bir travmadan yola çıktığını ve bu travmanın nereden uçlandığını kitabına verdiği adla duyurur. Bunun yanında kitap kültürel bir olguya, yerleşik bir algıya işaret eden bir alıntıyla açılır ki bu da kadınlar üzerindeki tahakkümü bir daha akla getirir. Türk’ün şiirlerinde göze çarpan ilk öğe yukarıda da bahsettiğim gibi yıkım öğesidir. Yıkım, bazı masalsı bir imgeyle kurulduğu gibi bazı da günümüzden günümüze yapılmış bir bilinçakışı yolculuğu olarak bir deneysellikle kendini açığa vurur. Masalsılığa dair ne kastettiğim iyice anlaşılsın diye kitabın ilk şiirinden iki dizeyi buraya alıyorum:

iğne ucundan geçen kötülük
tersinden biraz geçse hemen çoğalıyor

İlk şiirden itibaren şairin bizi neyle yüz yüze getirmeye çalıştığını şiirin devamındaki şu dizelerde görürüz:

tırtılların yıldızlı evlerinden bahsedeyim
ilk önce yarıda kalan doğumlardan
tekrar tekrar başlayan ve öfkeli bir ağlayış sonrası
öylece biten mevsimlerden

Anlaşıldığı üzere yıkım ve masal öğeleri hemen kendini gösterir; kavuştuğu imgeyle yarıda kalan doğumlara, yani bir yerde yıkım tasvirine dönüşür. İlk şiirden soluduğumuz bu havayı, kitabın en önemli şiirlerinden biri sayabileceğimiz ikinci şiir olan alçaktan uçlar’da daha yoğun bir şekilde soluruz:

Orası neresi orada durmadan ağlayan boylu poslu karanlık

ve

Bu saatten ne çok önce ve ne de az sonra
Saçakların altından kimse diri geçmedi

ve de

Tepetaklak yaşımdayım tok ölen yok
Neye üzüleceğimin sırasını karıştırmışım

Bu dizelerden anlaşıldığı üzere yıkım öğesi ağırlığını koymaya devam eder. Kitabın arka kapağında yer alan ve az önce yukarıda değindiğim günümüzden günümüze bilinçakışı ifadesini de hatırlayarak şu eklenebilir: Kitaptaki şiirlerdeki masalsı ögeler ve reenkarnasyon kavramına dair telmihlerle, bir yanıyla dönemler arası bir bilinçakışıdır da Kargo Kültü. Buna bilahare değineceğimden alçaktan uçlar şiirine dönüyorum:

Bu yazıklıkta konuşan grup
Halk kantarının ağıt evrenine bunayarak mağlup…
Bıkkınlık, evet, gene de şükür taburunu selamlayan mağlup

ve

Hepsi kadın, hepsi güzel, hepsinin kumaşı kağıt
Gıcır mağlup…

Şiirde işlenen yıkım öğesi bir coğrafya ile ilişkilendirilerek şiirdeki şu dizeye varılır:

Kendini koklamayı reddeden bir coğrafya

Mağlubiyet, söz konusu edilen coğrafyada olagelen yıkım ve yazıklanmanın bir uzvudur. Doğu edebiyatının bir yazıklanmadan doğrulduğu kanısındayım, ahvaline acınmak süregelen bir ayin gibidir ve buralar orta yerde görenin diz çöküp dövündüğü bir mersiye alanıdır. Fatma Nur bunu işlerken tekdüze ifadeleri reddeder ve eleştirel yaklaşımını yine somut, deneysel ögeler ve yıkım ögeleri, yer yer masal ögeleri ile işler. İnsanı, tarihi bir yıkım olarak düşünebiliriz, bir enkazın ortasında kalp vuruşları duyulan hasarlı bir nesne-anı.

Kitaptaki şiirler yaşadığımız çağa açılan ve özü dünyanın cevherini andıran diğer boyutlardan haber verir. Tarihin en büyük mirası sayılabilecek yıkım geçmişten bu çağa ulaşan berduş bir reenkarne gibi salınır. Masal içinde masal sarmalı gibi coğrafya içi coğrafya bir yıkıma, şairin duyumsadığı, bir ağıda dönüştürdüğü görüngüye uzanır. bazid’e doğru, bazid kapanlar, bazid, déjà vu şiirleri bu nevi bir tanıklığın şiirleridir. bazid, déjà vu şiirinde şairin tanık gösterdiği bir haber parçası yer alır. Sırasıyla birkaç dizeyi buraya aktarıyorum:

ilk defa bir valizin içinde yalnız değilim bense
burnum var tanıdık oram buram var ne güzel
[…]
karıştırdım saçlarının arasına hayatta kalma çabamızı
[…]
dizlerimin üstüne çıkıyor kambur gelinlerin çarıkları

ve

ayaksız gibidir onca oğlan gözü kıpkırmızı kesmece
tararım yeni çıkan sakallarımı numaradan yasakmış gibi

ve de

.Şahidim ki geçip gitmeyen şey baktıkça karşımdadır

Tanıklık edilen yıkım insandaki ve coğrafyadaki varlığını sürdürür. Toprağında bir yıkım, yıkım ertesi olarak yaşamak, şiirlerde göze gelen şey budur:

şeydir o benim gibilere somut anı
değişen varlık edası, yokluk dağılımı bir şeyler
[…]
ucu keskin alın yazısı, tam kusur kesilmek yaşama
haklar bulmak, haklardan sızmak, haklara dalmak
sonra tanklar ve zırhlılarla donatmak kaygan sokakları

Bu şiirlerden sonra gelen toplumsal develer şiirinde ise şairin telmihleri sürer, geçmişten günümüze bilinçakışı -eleştirel bir koşuk olarak- bermutat devam eder:

Kafama uzatsam boynumu, aş ve iş için kandan ferman yazdırır
Görünüşte bu kulluğun ödevi, milli rütbenin köyü görüşünde
Kıvamında Türkçeyi iyi tanırım, yalancıktan çağa destan yazdırır.

Fatma Nur Türk, günümüz şiiriyle sıkı ilgilenen şiirde somut ve deneysellik kavramları üzerine eğilen bir şair. Eleştirel yaklaşımını bazı kırdığı dizgeyle açığa vurur. Şiirinin bir yanıyla da aktüel oluşu kurduğu deneysellikle birlikte yüklendiği yıkıma böylece bir berklik yükler:

birileri görevlendirilsin gündm cnmı skıyo
fırlatasım geliyor kanepenin altına gözümü
[…]
sıkıntı uğruna ölüyor gündem soma üzgün surat
gündemi gönderenden razı olmak ötürü
yepyeni bir yüzlercesi zor kaybedilmiyor

Yukarıdaki dizeler soma üzgün surat adlı şiirden. İlkinde bir deformasyon sayabileceğimiz harf eksikliği ile kendini açığa vuran ifade, şiirin ilerleyen kısmında deneysel bir anlatıma dönüşür: İşaret edilen yine yıkımdır. Akışın koptuğu yerlere karşın şairin kurduğu imgeler zihinde yer eder. Bu anlamda bir şiirden söz açacaksam güvelen sen de ey şiirini öne atabilirim. Bu şiiri bir marş olarak okumak da mümkün. Şiirin sıradan ifadelerden ve duyuşlardan uçlanmadığını ilk dizelerden itibaren sezeriz; fakat yer yer bazı ifadelerin bu akışta zayıf kaldığı da vardır:

yer altından kayan kayan
üstünden şıp şıp belki de
bi kurdun karnından koşum
kiş kiş yükselip alçalan Aaa-iiii
ve otağ otağ göçüm
çek bas-çek bas -çek bas
oturtması cuk ta ta ta tan

Şiirin ilerleyen bölümünde akış yeniden kitap boyunca işaret edilen o artık bildik eleştirel yaklaşımla yön alır:

marula enerjileyecek alım bende yok
alım deyince aklıma gücü geliyor

ve

vergiler gelmiyor, askerlikten de muafım
olsa olsa nankör bir vatandaşım elle tutulmayan
daş kafayım idrak yoksunu bu üç tarafı denizlerle çevirili

Somut ve deneysel öğelerden sağlanan bozulmalar, dizge kırılmaları Fatma Nur’un şiirinde bir kendilik tekvin eder ve şair kendine has biçemine yaslanarak buradan uçlanacak yeni yahut benzer bir biçim de kurar. Sözcükleri yalnızca içlemi içinde deformeye götürmez, sözcüklerin bağıntısı ile de ilgilidir. emekçi coşkunun desantralizasyonu adlı şiirde az söz konusu ettiğim meselelere dair dizeleri buraya alıyorum:

insanın insana yakınlığı tanrıtanımaz bir sorumluluk
çök molozların üstüne adilce ve loterya dene
emir kiplerine ve ölüme aldırma
sen, patrondan başkasın
herkesler, senden başka

ve

hatırlamamak için çalışmak kendimizi
durmadan çalışmak bir zamanlar İtalya’da kadınların

ve de

bir minor detay tut içinden, pratik örnekleri despot
daha az kabahat mümkün mü güven dediğin şey
eş anlamlı değildir güvence ile ve hükümetler

böyle bazaar şiirinde, şairin tanıklığı sonrasında bir ayrıma işaret ettiğini yine görürüz. Yıkım ve yazıklanma arasından somutu ve deneyseli arayan biri olarak şair şu dizelere varır:

nişanlar bana bakıyor en çok armalar ve resmi plakalar
ceketimin koluyla silebilsem yüzümü aranızdan

ve

gözlerimin bebeği yuyulsun köprülerde akşam sabah
halkın üstüne oturayım kutur çıksın kemiğimden
istanbul bünyeli kullar da bir halk, temiz giyinirler

Buradan yola çıkarak şairin bir olağanlık ve daha çok sinmişlik üzerinden vardığı eleştirel, politik yaklaşımın kitap boyunca işlenmiş benzer örnekleri sırtlayarak ilerlediği söylenebilir. Hasar ortadadır ve buna tanıklık eden şair, bir yaşanmışlığı olduğu toplumun arasından geçip giderken duyduklarından değilse de, kendisine bulaşan bu sinik yıkımdan kendini çekip almak ister.

iftiharla sunar şiiri cazip, eleştirel ve politik bir deklarasyondur:

hareketlerimin şişmanlıkla bağdaşmaz politik hızı
meyveli helva yerken çıkardığım politik lokmalar
yumurta raflarında doymak bulan çocuklar öldü
[…]
ağrılı ve yavaş duran ölümlere son efendim
[…]
alkışlarının yönüne şampiyon tutturmak son efendim

Nelerin sonu geldiği, nelere son verilmesi gerektiği ve şairin nelere son verdiğinin bir dökümü olan bu şiirde genel kanı ve yargıların defteri dürülür. Bir sonraki şiir olan fatma çeyizi yine benzer havayı soluyacağımız bir şiirdir. Fatma adı şiirlerde işlenen kadınlar üzerindeki tahakkümün, yıkımın, politik tavrın yüklenicisi olarak bir çeyizlikte peydahlanır. Deneysel ve somut öğeler ile bir tanıklığın dökümüne daha girişilir:

Fatma önemlerindeki artma eğilimi
Fatma şaşırtıcı büyüme ve benzerleri
Fatma ismi 2 milyon 513bin 365 kız çocuğuna
Fatma seversiniz demek
Fatma oluyorum şu an
[…]
Kuveyt’teki camiyi sevmediler Fatma, üzerine büyük güm attılar
Ağularına bandaj bastığımız insanlık için büyük güm batıyor
Sene iki bin on beş, ayakkabılarımın içi kan, musluktan akan kan
[…]
Ucundan seyrek geçip tesadüfen hayat dediğimiz dirilebilirse.

fatma çeyizi yinelersem; kadınlar üzerindeki tahakkümün, yaygın ve sözüm ona “muteber” bir kadın adı ile biçime kavuşmuş hâlidir. Fatma, kutsiyeti kadar horlanmış, zeval görmüş bir kişi, bir biçim, bir ad ve bir olağandır. Şiirdeki büyük güm tasviri iri, çağrılınca gelen bir canavar imgesi/ masalsı bir öğe olarak düşünülebilir. Türlü büyüklükte olabilen bir patlayıcı, bomba, derinden ve patlayıcı yankılı gürültü anlamındaki güm sesinin şairce boyut kazandırılması ile vurgulanır.

yeryüzü tavırları kitabın en önemli şiirlerinden biri, Fatma Nur yine kendine has biçemini söz konusu ettiğim öğelere (yıkım, deneysellik, somut vb.) yaslayarak kurar. İlk dizelerden itibaren şairin kendi eleştirel yaklaşımını geliştirdiği bir şiirdir:

çekmeceye bu çeneyi kim koydu
boğaz ağrısı bulaştıracak hepimize
yapıştı kaldı terliğime çeneyi buraya kim
oturma odasında koltuğuma kurulmuş sırıtarak
uzanırken ekmeğe kolumu ısıran uzun

Kitap boyunca öğrenilmek, üstesinden gelinmek istenen bu şeyler okura tekrardan duyurulur. Yıkım öğesi ve tekdüzelik şairin işaret ettiği üzere sürer:

öğrenmek istediğimiz bu şeylerin cevabı
orta doğuda bir kümesteyse
reddetmek istemediğimiz pijamaları giyip
yatağın kenarında dua edelim

ve

utanmalı mıyız tartışalım yaşam sevinci diye bir şey var onu
eyvah balata yanıyor; kötü kokuyor, yol gidiyoruz böyle eyvah
tepeden tırnağa yardıma hazır bir tavır mı takınıyoruz onu

ve de

yeryüzünün ahırlarından gelen bütün kokuları çekeyim içime
limonatasından kocaman bir yudum alıp oh veren nefesleri de
ki yeni bir başlangıç umuyor insan, sense hep aynı teraneyi

bir yöne çarpıp geri dönen kendinden önceki şiirlerde açığa vurulan tavrın incelikli bir örneğinin görüldüğü şiirdir. toplumsal develer, güvelen sen de ey, emekçi coşkunun desantralizasyonu ve yeryüzü tavırları bu anlamda öne atılabilecek şiirler. Şiirden bazı dizeleri buraya alıyorum:

Nehrin derin yerinde kurşun suya batınca Mezopotamya
İnsanlar ilkbahara başlamıştır demirci çekicini indirince
Benim tutumum tere bulanmıştır beşikte kalmıştır
Benim savaşımı her günde bir tutum olarak gör.

Kitabın arka kapağında geçen bilinçakışı mevzusuna bir daha değinerek bunun yalnızca günümüzden günümüze bir bilinçakışı olmadığına, eski çağlardan ve farklı boyutlardan bu çağa bir deveran olduğuna bir daha değinmenin yeridir. Kitabın ikinci bölümü sayılabilecek “spek, swete bryd…” bölümünde yer alan polyushko polye şiirinde geçen önceki hayatımda ilk kadın mareşaldim dizesi bu anlamda okunabilir. Bir sözcük deformasyonuna değinmek istiyorum. Öncesinde ise başlığı wifi sembolü olan şiirde bir o kadar tutmayan bir deformeyi/ türetmeyi buraya alıyorum:

her sinyalde döndüğüm köşe nasıl da sağda kalıp büyüyor
vaaz geçemediği kimse kalmıyor en sert taraflarını ipin ucu

eskimeyeyen şiiri, adıyla iyi bir deformasyona işaret eden ve şairin ilgi çekici türetmelere yer verdiği bir şiirdir. Bir sözcüğü, ifadeyi anlamının üzerinde bir hâle getirmek için o sözcükle oynar, onu deforme eder ya da ondan bir türetmeye varırız. Bir nevi içlemiyle oynanmış sözcük artık anlamının üzerine taşınır. Eskimeyeyen eski, eskimek sözcüklerinin içlemine ve biçimine bozulmuş yapısı ile gönderme yaparak ilişkilendiği bozuklukla anlamının üzerine taşınır. Eskimeyeyen şey, eskiyemeyen şeyden daha güçlü bir bozulmamaya, yıpranmamaya erer:

ödünü yükseğleyen, kefeni eskimeyeyen, zammm cinsiyeti
mevsimlik işçinin takatten düşmekezliğini sayadursun.

danışıklı palaz / kinayeli semiri deneysellik üzerine fikir veren bir başka şiiridir:

Haşin olalım de geçer.
Yüzdü yüzmek sözü ve engelden atlarken birbirlerine

Kargıyla vuruşalım der.
Her ayın ilk haftası büyük şaha kalkıp koşuyor.

İribaş yetişen yakın birine sivil
kadar dövmesi öldükten sonra bile dövmesi
[…]
Bu, kızdıran sürekli olanı. Diyor
Bu, senin zenginlik başkasının olanı. Diyorum
Bu, içindeki gizli düşüncelerin göz yuvarı. Diyorlar

ve

Sınıflar arasında şu doğal dudak ve uçuğunda şu kamışlık
Güneş mi kurdunkine güç sığan neredeyse güce sığan kılıç

Kitaba adını veren Kargo Kültü kavramına ve şiirlerde kendini açığa vuran öğelere bakıldığında, her şiirde mutlaka bir telmih, bir işmar olduğu açıkça görülür. gözüme yumduruyorum bunları adlı şiir, bunun iyi bir örneğidir. sulama arkımızın muasır ağzı da aksayan akışıyla bunun örneği bir şiir ve bilhassa son dizeler kitaptaki eleştirel tutuma dair bir kez daha aynı şeyi somutlar.

“spek, swete bryd…” bölümünde üç şiir göze gelir, ben kendim bir şiirim ve polyushko polye, SÜREKLİ BİR YERDEN KOVULUP BAŞKA YERE SÜRÜLEN TAVŞAN. Kalan şiirler kitaptaki diğer şiirlere nazaran daha aksıyor, ilk şiirlerden itibaren kendini gösteren akış burada cılızlaşıyor denebilir. Ayrıca kitabın ilk bölümünde yer alan mono no avere ve qara orun şiirleri de bu anlamda öne sürülebilecek şiirlerdir.

Kargo Kültü, bir coğrafyanın eleştirel ve deneysel el kitabı denebilecek bir ilk kitap, aksaklığına, akışın bozulduğu şiirlere karşın önemli bir kitap.  Şairde içkinleşmiş, somutlaşmış duyumların birer görüngüsü sayılabilir bu şiirler. Birbirini sırtlayan imgeler her şiirde birbirinden uçlanan öğeler, göndermeler, çağrışımlar, tasvirler ve deneysellik ile eleştirel bir yaklaşımın uzantılarıdır. Yıkım üzerinden kurulan deneysel biçim şairde içkinleşmiş duyumun bir görüngüsü olduğundan şiirlerdeki dizge kırılmaları, sözcük deformasyonları ve deneysellik okur için bir izlek oluşturur. Yıkım, şiirlere eleştirel ve deneysel bir ağıt biçimi verir. Yineleyecek olursam, bazı şiirlerdeki aksaklık ve bozulan akışa karşın şairin deneysel içinde aradığı ve açtığı yollar kendine has biçimini çoklulaştıracaktır.

 

İlker Şaguj

[1] http://www.edebiyathaber.net/kim-duserken-tutar-bizi-tanri-mi-sibel-gogen/

[2] http://postdergi.com/fatma-nur-turk-ile-siiri-yerinden-oynatmak/

 

Natama sayı 17

Yorum bırakın